'2014-2015 eğitim öğretim yılı kaosla başlıyor'

TAKİP ET

Türk Eğitim-Sen Samsun 1 Nolu Şube Başkanı Levent Kuruoğlu, 2014-2015 eğitim öğretim yılının kaosla başladığı iddiasında bulundu. Başkan Kuruoğlu yaptığı yazılı açıklamada ise şu cümlelere yer verdi :"2014-2015 Eğitim-Öğretim Yılı 15 Eylül tarihinde başlayacak. Ancak ziller yine dertli çalacak. Gönül isterdi ki bu eğitim öğretim yılına başlarken Milli Eğitim'de her şey yolunda gitmiş olsun. Ne yazık ki bunlar dileklerde kalıyor. MEB yanlış uygulamalarıyla ne eğitim çalışanlarının mali ve özlük haklarını ne de öğrencilerin aldığı eğitimin kalitesini artırmıştır hatta geriye götürmüştür.

OKUL MÜDÜRLERİNE YAPILAN KIYIM DARBE DÖNEMLERİNİ HATIRLATMAKTADIR. 28 ŞUBAT’TA DAHİ BÖYLESİ BİR SOYKIRIM YAPILMAMIŞTI!

Bu eğitim-öğretim yılındaki en büyük sıkıntı MEB Yasası ve ardından çıkarılan Yönetici Atama Yönetmeliği ile birlikte MEB’de hız kazanan kadrolaşma furyası oldu. Paralel yapılanmayı ortadan kaldıracağız diyerek yola çıkanlar MEB’de taş üstünde taş bırakmadı. Çıkarılan yasayla 4 yılını dolduran okul müdürleri, müdür başyardımcıları, müdür yardımcıları, il milli eğitim müdürleri, ilçe milli eğitim müdürleri, il milli eğitim müdür yardımcıları ve MEB’de üst düzey yöneticiler olmak üzere tam tamına 76 bin yöneticinin görevlerine son verilecek bir süreç başlatıldı. Sözde paralel yapıdan şikâyet edenler, MEB’de kendi adaletsiz ve ahlak dışı paralel yapısını oluşturdu.       

Milli Eğitim Bakanlığı’nda 4 yılını tamamlayan 8 bin civarında okul müdürünün görevi hiçbir kriter olmaksızın, keyfi bir şekilde uzatılmadı. MEB’de kıyım öyle bir noktaya geldi ki; siyasi, ideolojik anlayışı iktidarla farklı olan, sendikal tercihini yandaş sendikadan yana kullanmayan, bilgisi, becerisi, başarısı, tecrübesiyle o koltukları hak eden okul müdürleri birer birer tasfiye edilmiştir. Bunun adı MEB’de yönetici soykırımıdır. 

Okul müdürlerini görevinde vekâleten bulunan ilçe milli eğitim müdürleri, sadece 2-3 aydır görevde olan geçici il-ilçe milli eğitim şube müdürlerinin değerlendirmesi ne kadar adaletlidir? Bu insanların okul müdürlerinin çalışmaları, başarıları, bilgi ve tecrübeleri hakkında bilgi sahibi olmaları mümkün müdür? Bu kişiler okul müdürlerini bir kere bile görmediği gibi, okullarının önünden dahi geçmemiştir. İddia ediyoruz; ihtilal dönemlerinde, 28 Şubat’ta dahi böylesine bir tasfiye yapılmamıştı. 

ANAYASA MAHKEMESİ DAVANIN ESASTAN GÖRÜŞÜLMESİNİ İVEDİLİKLE SONUÇLANDIRMALI VE BU ADALETSİZLİĞE, TORPİLE, ADAM KAYIRMAYA SON VERMELİDİR.

Kadrolaşma üzerine bina edilen bu yasa ve yönetmeliği sendika olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı döneminde çıkarılan bu yasa ve yönetmeliğe dayalı işlemler 2009 yılındaki Hüseyin Çelik’in 76. Madde atamalarını bile gölgede bırakmıştır. Hatırlarsanız Çelik döneminde 1000 kişiye yakın okul müdürü hiçbir kritere bakılmaksızın bakan oluruyla müdür olarak atanmıştı. Sendikamız bu konuyu da yargıya taşımış, okul müdürlerinin atamaları birer birer yargıdan dönmüştü.

Bugün de Milli Eğitim Bakanlığı “hiç kimsenin hakkı yenmeyecek”, “hak edenler müdür olacak”, “kriterler getiriyoruz” şeklinde açıklamalar yaparak başta eğitimciler olmak üzere Anayasa Mahkemesi’ni ve tüm kamuoyunu kandırmış; Çelik dönemini bile aratan bir uygulamaya imza atmıştır. 

Konu Anayasa Mahkemesi’ne intikal ettiğinde yüce Mahkeme yasanın okul yöneticileri ile ilgili maddesi hakkında yürütmeyi durdurma talebini reddetmiştir.  Ancak aradan geçen sürede görülmüştür ki; MEB’in kriter dediği şey sadece yandaşlara özel muameleymiş. Hal böyle olunca yargı adamlarına büyük görev düşmektedir. Hiçbir şey için geç değildir. Anayasa Mahkemesi davanın esastan görüşülmesini ivedilikle sonuçlandırmalı ve bu adaletsizliğe, torpile, adam kayırmaya son vermelidir. Bu kadar yandaşlık, ayırımcılık, kadrolaşma kokan uygulamalara fırsat vermemek için Anayasa Mahkemesi Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu herkese gösterecek bir karar vermelidir. Bizlerin sığınacağı liman yargıdır. Yargı adamları sorumluluklarını yerine getirmelidir ki, ülkemiz yalanın, hüllenin, gayri ciddiliğin, tarafgirliğin, “ben istediğimi yaparım” edasıyla dolaşan külhanbeylerinin cenneti haline gelmesin.

SENDİKA OLARAK ROTASYONA KARŞIYIZ.

Öğretmenlerimiz şu anda tedirgin bir bekleyiş içindedir. Türk Eğitim-Sen öğretmenleri göçe zorlayacak bir sistemi asla kabul etmemektedir. Hatırlarsanız okul müdürlerine yapılan rotasyona da şiddetle karşı çıkmıştık. Bugün gelinen noktada okul müdürlerine yapılan rotasyonun bir fayda sağlamadığı görülmüştür. Nitekim öğretmenlere yapılan rotasyonda fayda sağlamayacağı gibi daha büyük sıkıntılara neden olacaktır. 

Rotasyona il içi de olsa, iller arası da olsa tamamen karşıyız. Rotasyon zorunlu bir öğretmen göçüdür, yüz binlerce öğretmenin yer değiştirmesi anlamına gelecektir. Düşünün ki 3 yıl, 5 yıl ya da 8 yıl bir okulda görev yapan bir öğretmen isteği dışında adeta başka bir okula sürgün edilecektir. Oysa o öğretmen okulun beynidir. Okulun işleyişini, yapısını çok iyi bilir, gerektiğinde sorunları idareye yansıtmadan çözebilir. Öğretmen kendisini o okula ait hisseder. Şimdi tüm öğretmenleri belli bir süre sonunda oradan oraya gönderdiğinizi düşünün, öğretmenin aidiyet duygusu olmayacaktır, öğretmenlerde kurum kültürü oluşmayacaktır. Ayrıca birinci kademe öğretmenlerinin durumu da rotasyonla yeni sıkıntılar çıkaracaktır. İlkokuldaki öğrencilerin sık sık öğretmen değiştiriyor olması pedagojik açıdan önemli tahribatlara neden olacaktır. Öğretmenin verimliliğini de rotasyonla sağlayamazsınız, aksine rotasyonla öğretmenlerin verimliliği düşecek, öğretmen işinden çok rotasyona, hangi okula gideceğine, o okulda tekrar nasıl bir düzen kuracağına yoğunlaşacaktır. Hele ki iller arası rotasyon tam bir facia olacaktır. Öğretmenlerin kurulu düzenleri olmayacak, öğretmenlerin eşleri, çocukları oradan oraya savrulacak, aile bütünlükleri bozulacaktır.  

TEOG YERLEŞTİRMELERİ VELİLER VE ÖĞRENCİLER İÇİN KÂBUSA DÖNÜŞTÜ.

TEOG yerleştirmeleri aileleri ve öğrencileri isyan ettirdi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın tercihlerine yerleşemeyen öğrencileri evlerinden uzak okullara, meslek liselerine ya da imam hatip liselerine kaydetmesi büyük tartışmalara yol açtı. Bazı öğrencilerin kayıtları evlerinden 80-100 km. ya da 150 km. uzaktaki okullara, bazılarının ise tercih etmediği halde meslek liselerine ya da imam hatip liselerine yapıldı. Bunun nedeni tüm genel liselerin Anadolu lisesine dönüştürülmesiyle akademik lise ihtiyacını karşılayacak okul kalmamasıydı. Tercihlerine yerleşemeyen ve mağdur olan 40 bin öğrenci otomatik olarak ya evlerinden uzak okullara ya da meslek liselerine ve imam hatip liselerine yönlendirildi. Öğrencilerin önünde ise sadece özel lise ya da açık lise seçenekleri kaldı. Özel okullara zaten maddi durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarını göndermesi mümkün değildir. Açık lise eğitimini ise sendika olarak desteklemiyoruz ve sağlıklı bulmuyoruz. 

Bakanlık TEOG sonrası istemediği okullara yerleşen öğrencilere boş kontenjanlara nakil hakkı tanıdı. Ancak ilk hafta sistemde aksaklıklar nedeniyle boş kontenjanlar oluşmadı ve işlem yapılamadı. İkinci haftada 14 bine yakın öğrencinin naklini özel okullara aldırmasıyla okullarda boş kontenjanlar oluştu. Ancak nakil işlemlerinde de sıkıntılar yaşanıyor. Okullar boş kontenjanlarını ilan ediyor, veliler boş kontenjanları takip ediyor ve haftalık periyotlarla yerleştirmeye yönelik nakil işlemleri yapılıyor. Eylül ayı sonuna kadar sürecek olan bu işlemde hem velilere hem de öğrencilere psikolojik işkence yapılıyor. Öğrencilerin nakil işlemi tamamlandığında ise neredeyse Ekim ayı olacak. Ne yazık ki bunun tedbirini bile alamayan bir Bakanlık anlayışı ile karşı karşıyayız. 

Tüm bunlar göz önüne alındında Milli Eğitim Bakanlığı’nın TEOG ile ilgili yaptığı hatalardan ders çıkarması ve önümüzdeki eğitim-öğretim yılında gerekli tedbirleri alması zorunludur. Çocukların seçeneklerini azaltmak, eğitim davasından vazgeçtiğiniz anlamına gelir. Bu ülkede genel lise ihtiyacı göz önüne alındığında, Milli Eğitim Bakanlığı’nın genel liseleri yeniden açması gerekmektedir. Aksi takdirde her yıl benzer sorunlar yaşanabilir ve öğrenciler mutlu olmadıkları okullarda okuyabilir.

ÖZEL OKULLARI TEŞVİK EDENLER, DEVLET OKULLARINA ÜVEY EVLAT MUAMELESİ YAPIYOR. EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ KALMAMIŞTIR.

Bu eğitim-öğretim dönemine damga vuran en önemli konulardan birisi de devletin özel okullarda okuyan öğrencilere 3.500 TL’ye kadar teşvik verecek olmasıdır. Devletin okulları kan ağlarken, bazı sınıflarda 70 kişi eğitim-öğretim görürken, öğretmen açığı hala büyük bir sorun iken, laboratuvarı, bilgisayarı, spor salonu olmayan okullar var iken, birleştirilmiş sınıf uygulaması devam eder iken, bazı okullar elektrik, su faturalarını ödeyemezken, yakıt olamadığı için kışın buz gibi sınıflarda ders işlenirken, kırık cam, masa, kapı için bile ödenek bulunamazken özel okullara verilen bu teşviki kabul etmemiz mümkün değildir. Bu teşvik, devlet okullarının cezalandırılmasına anlamına gelmektedir. 

Öte yandan özel okula çocuğunu gönderecek ailelerin profili bellidir. Kimse, toplumu “dar gelirli ailelerin çocukları özel okullara gidecek” masalıyla kandırmasın. Özel okulları fiyatları ağızlarını en az yıllık 10-15 bin TL’den açarken, dar gelirli aileler teşvik dışında kalan parayı nasıl karşılayacaktır?  Dolayısıyla bu uygulama işçiye, memura, esnafa değil; zenginin cüzdanına katkı sağlayacaktır. 

Özel okul öğrencilerine aktarılacak kaynak devlet okulları için, ataması yapılmayan öğretmenlerimiz için, gençlerimiz için kullanılabilirdi. Ancak iş yine siyasete dökülmüş, rant düzenine kaynak aktarılmış ve devlet okulları ikinci plana atılmıştır.  

EĞİTİM ÇALIŞANLARI BU YILA EKONOMİK KAYIPLARLA BAŞLIYOR.

Öğretmenler ve diğer eğitim çalışanları 2014-2015 eğitim-öğretim yılını maddi zorluklarla karşılamaktadır. Bütçeler her geçen yıl biraz daha sarsılmaktadır. 2013 yılında yapılan rezil bir toplu sözleşme nedeniyle çalışanlar Temmuz ayında zamlı maaş alamamış; 2014 yılında sadece 123 TL, 2015 yılı için ise yüzde 3+3 zamla yetinmek zorunda kalmıştır. Üstelik çalışanlar 2014 yılı için ne enflasyon farkı alacak ne de aile, çocuk yardımlarına artış yapılacaktır. Öğretmenler, akademisyenler, hizmetliler, memurlar, teknisyenler v.b. eğitim çalışanları için 2014 yılı maddi anlamda kayıp bir yıldır. Öğretmenlere, eğitim-öğretim ödeneği kapsamında 75+75 TL zam yapılmış ancak bu miktar, 666 sayılı KHK ile yapılan iyileştirme uygulaması sonucundaki kayıpları karşılamak için yeterli olmamıştır. Hatırlanacağı üzere öğretmenlerimizin kapsam dışı tutulduğu eşit işe eşit ücret uygulaması kapsamındaki memurlarımıza 1500 TL’ye varan iyileştirme yapılmıştı. Öte yandan HSYK seçimleri öncesinde hâkim ve savcılara 1155 TL zam yapılmıştır. Hâkim ve savcılara 1155 TL zam yapılırken, ne yazık ki diğer memurlara ve öğretmenlere enflasyon farkı dahi çok görülmüş, akademisyenlere de zam sözü unutulmuştur. Ayrıca eğitim-öğretime hazırlık ödeneğinin tüm eğitim çalışanlarına verilmesini yıllardır talep ediyoruz. Hâkim ve savcılara zam yapılırken, yıllardır ortaya konulan bu talebi ne yazık ki MEB, Maliye ve Hükümetin duymaması büyük bir haksızlıktır.

Türk öğretmenlerin maaşları dünyadaki meslektaşlarıyla kıyaslandığında da çok geridedir. OECD Bir Bakışta Eğitim Raporuna göre; Portekiz’de ilkokulda göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda brüt 30 bin 946 dolar, en üst düzeydeki bir öğretmen yılda brüt 52 bin 447 dolar; Lüksemburg’da göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda brüt 64 bin 043 dolar, en üst düzeydeki bir öğretmen yılda brüt 112 bin 997 dolar kazanmaktadır. Aynı raporda Türkiye’de göreve yeni başlayan bir öğretmenin yılda brüt 23 bin 494, en üst düzeydeki bir öğretmenin yılda brüt 27 bin 201 dolar kazandığı ifade edilmektedir. Bu rakamlar satın alma gücü paritelerine göre hesaplanmış rakamlardır. Türkiye’de öğretmenlerin eline geçen net ücret yıllık 11 bin 775 ila 14 bin 538 dolar arasında değişmektedir. (Aile yardımı ve asgari geçim indirimi bakımından bekâr ya da evli olup eşi çalışan ve çocuksuz öğretmenlere göre hesaplanmıştır.)

Sadece öğretmenlerin ve diğer eğitim çalışanlarının değil, akademisyenlerin de ücret sorunu bulunmaktadır. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek akademisyenlere zam sözü vermişti ancak bu söz aylar geçmesine rağmen yerine getirilmemiştir. Şimdi kendisi de bir akademisyen olan Başbakan Ahmet Davutoğlu zam sözü vermiştir. Davutoğlu’nun sözünde durup, durmayacağını zaman içinde göreceğiz. Bir yandan zam sözleri verilirken, diğer yandan üniversite geliştirme ödeneğinin kaldırılacağına dair haberler kamuoyu gündeminde yankılanmaktadır. Bu nasıl bir çelişkidir? Sendika olarak bunu kabul etmiyoruz. Kazanılmış hakların gasp edilmesine seyirci kalamayız. Üniversitelerin toplumun aynası olduğunu düşündüğümüzde, akademisyenlerimizin insanca yaşayabilecekleri, geçim derdini düşünmeyecekleri, kendilerini geliştirebilecekleri ücretler alması hayat memat meselesidir.

SAMSUN’DA İKİ YILDA BİR İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜ DEĞİŞTİRMEYLE BU KENTİN EĞİTİM SORUNLARI ÇÖZÜLEMEZ.

İl Milli Eğitim Müdürlüğüne gelen müdürler bu şehrin eğitim sorunlarını öğrenene kadar zaten iki yıl geçer. Buraya yandaşlıkla gelen müdürler bu şehri basamak olarak kullanmak istiyorlar. MEB’in yaptığı uygulamalar, çıkardığı yönetmelikler sorunları çözmekten çok sorunları kar topu gibi büyütmüştür. Samsun’umuzdaki eğitim kalitesi AKP hükümetleri döneminde alt basamaklara inmiştir. 

Bizler hem Türkiye’de hem de Samsun’da eğitimdeki her şeyin tam ve eksiksiz olarak eğitime hazır olmasını istiyoruz. Bu vesileyle yeni eğitim-öğretim yılının hayırlara vesile olmasını temenni eder; tüm öğrencilerimize, öğretmenlerimize ve eğitim çalışanlarımıza başarılar dileriz. 

Kamuoyuna saygıyla duyurulur." diyerek sözlerine son verdi.